İtalya gidişi herkesin aklındaki soru; “Mancini ne yapacak?”
idi.
İtalya dönüşü herkesin aklındaki soru; “Galatasaray turu
çıkabilecek mi?” oldu.
Elbette bunun tek sebebi başarıya yakın olan sonuç değil. Ya
da yeni teknik adamın gelişi, duruşu ve takımı kavrayışı değil.
Buna sebep olan şey sezonun başından beri kafasının dikine
giden bir düzene karşı çığlık atan taraftarın nihayet “oh” çekebilecek oyunu
karşısında görmesi.
Kardeşimin tespiti tam da buraya uygun; “Futbol okadar
karışık bir spor değil. Basit. Doğru kadro herşeyi çözer.”
Yani bu ne demek?
Deplasmana gittiğinde “saldırma” demek.
Şampiyonların maratonunda “saldırı” mantıksız bir strateji
demek.
Bekle. Gör. Düşün. Koş... demek.
Burak Yılmaz kale boşken, bir forvet olarak eğer topa
ayağının üstüyle vuruyorsa ve bir maç içinde 20’den fazla pozisyona rağmen hiç
gol atamıyorsa, inat etme. Daha öncenin gol kralı da olsa, forveti kes demek.
Emre Çolak, lig için kıvrak olsa bile, fiziken sayıf olduğu
için düşün... Bu çocuk tek darbede yere düşüyorken, Di Maria’ya nasıl dirensin?
Pirlo’ya karşı nasıl dursun? Diye bir sorgula demek.
Deplasmanda ve şampiyonlar ligindeki bütün maçlarda kimse bu
kadar cesur olmazken delirmiş gibi hücum yapacağım derken kendini sorgula demek.
Juventus – Galatasaray maçı bu sezonun en akıllı ve keyifli
maçlarından birisi olarak, 2-2 skorlar sonuçlandığında herkesin içinde bir
rahatlama oluştu.
Çünkü; “Galatasaray
turu çıkabilecek mi?” sorusunu sorabilecek kadar güvenmeye başladı bir anda
kendine.
Mancini ya da Terim tercihi değil asla. Ama insan şunu
sormadan duramıyor kendine.
Drogba’n varken, çok zor muydu sistemi modifiye etmek?
Eğer egodan kör olan gözler olmasaydı cevabı basit; kolaydı.