Hürriyet

31 Ağustos 2011 Çarşamba

TARİHİ YENİLGİ : Arsenal - Man. Utd.


Arsenal'e olan sevgimi feci şekilde sarsan maçlardan birini izledik geçtiğimiz günlerde. Aslında bu takıma karşı olan 'destekleme' hissiyatımı sarstı denilemez. Ben yine her Arsenal maçında, kardeşimin doğum günü hediyesi olan sarı formayı giyip TV başında olup, heyecanla onları izleyeceğim ama...

Manchester United maçına gene de bir göz atmak gerek....

Öylesine bir maçtı ki; 8-2 sona eren maç sırasında, kanallardan birinde İngiliz spiker kendini tutamadan şu cümleleri söyledi
'C'mon mates! This is Arsenal!' 'Is that 8-2?... Realy??'

Arsenal iki sene öncesine kadar, hatta bir önceki sene bile, şampiyonluk sözleri verebilen, iddialı ve göz korkutan bir takımdı. Hatta İngiltere Ligi'nin en çok şampiyonluk alan takımlarından biri olarak da tarihte yeri olan önemli bir takımdır. Kuzey Londra için en önemlilerden, şehrin tam ortasındaki şahane Emirates stadının sahibi olan takımdı. Hatta Şampiyonlar Ligi'nde finale yükselen ilk Londra takımı olma gibi bir özelliğe bile sahipler.
Hal böyleyken Arsenal 8 golü Manchester'dan bile yemiş olsa tepki; 'C'mooon Mates!' oldu.

Bu yazıyı maçın hemen ardından yazma isteğim vardı ancak elde olmayan sebeblerle bir kaç gün maalesef kaldı. Beni tetikleyen bugün LigTv.com.tr'de okuduğum Banu Yelkovan'ın '8 Yemek Nasip Olmaz Herkese' yazısı oldu.

Her kelimesine katılarak ve aslında kullandığı espirili anlatıma da gülümseyerek okudum yazıyı. Tüm özeti aslında Arsene Wenger'in Arsenal'i bırakması taraftarı olan basit, futboldan anlamayan bir düşünce yapısının eleştirisi, Arsenal'in Manchester karşısındaki acı malubiyetinin farklı bir bakış açısı denilebilir. Benim için en anlamlı cümle de şu oldu;

Arsenal formasıyla Manchester United’a 8-2 yenilmek için önce Premier League’de oynamak gerekir... Annemizin liginde tribünlere oynamaya benzemez bu işler.
Evet gerçekten de öyle, bir takıma yenilebilmek için bile bir kaliteye erişmek gerek önce! Eleştiriken biz tıpkı Türkiye liginin her noktasında yaptığımız gibi, teknik direktör bazlı eleştiriyoruz ama Arsenal'in sorunları bir çok, bir tane değil. Wenger bir sorun değil. Wenger yüreğini bu takıma koymuş bir insan olarak, oradaki yenilgi sırasında çok da mutlu sayılmazdı, beklediği bir şey olmadığı da açıktı. Ancak açıkça söylemek gerekirse, Arsenal'i terk eden futbolcular düşünüldüğünde bu bekleniyordu zaten. Fabregas gitti, Nasri gitti, Eboue gitti, Clichy gitti... geriye kalan iyi futbolcular desteksiz, geri kalanlarda yaşlarıyla beraber tecrübesiz kaldı.

Arsenal'in yönetim mantığı değişmeli, transferler yapılmalı, satış yapmaktan çok almaya yönelinmeli. Yeni sistem değil, ancak takım olarak oynamanın ruhu yeniden aşılanmalı ve Kuzey Londra takımlarına yakışır bir şekilde istikrarlı olunmalıdır. Öncelikle yaş ortalamasının yükselmesi gerektiğini düşünmeye başladım ben. Örneğin Wallcot;

Hızlı koşuyor, çift ayak ve gerçekten iyi çıkışlar yapabiliyor ama tecrübesizliği onu bir noktada topu ayağından alınmış bir oyuncu olarak bırakıyor. Bu durum yazık ki Van Persie ve Archevin dışındaki hemen hemen bütün futbolcular için geçerli. Bu da takımın oldukça toy olmasına neden oluyor. Bu da, Manchester gibi, her açıdan oturmuş bir takım karşısında da tam anlamıyla 'şekeri elinden giden çocuk' moduna sokuyor.

Arsenal'de değişmesi gerekenler var... Ama bu Wenger değil...
Futbol mantığı değişmeli...
Ölen Arsenal ruhu geri getirilmeli...
Yeni transferler gelmeli...

Evet Arsenal'de bir şeyler değişmeli ama bu tamamen kafada olmalı!

Bu maç okadar hareketliydi ki, İngiltere Ligi'nin en muhteşem tarafı olan bol golleri bize göstermesini yanında, şımarık bulduğum Rooney için ciddi anlamda saygı duymama yol açtı. Manchester hakkında yorum yapmak ne kadar doğru olur bilmem, sadece şunu söyleyebilirim; her zamanki gibi muhteşem, sistematik, gerçek bir takım ve yetenek abidesi olarak Arsenal'i tüm asaletleriyle 8 golle yenmeyi başardırlar. Kendi evlerinde...

Bugünden sonra en merak ettiğim, Arsenal'de başlaması muhtemel olan değişimin nasıl olacağı...

Bahsettiğim yazı için lütfen tıklayın;


http://www.ligtv.com.tr/Yazarlar.aspx?r=1&hid=97605

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Devle Mücadele : REAL MADRID VS. GALATASARAY

  Yeni kurulan kadro, Eboue'yi merak, bir devin karşısında neler yapabileceğimize dair birbirinden farklı hisler içindeydik Galatasaray'lılar olarak. 


  Acaba yenme şansımız var mı diyorduk. Tam bu geçerken aklımızdan Selçuk bize bunun olabileceğinin işaretini verdi, ama dakikalar geçtikçe, darmadağın olmaya başlayan bir oyun vardı karşımızda. Özellikle defanstaki boşluklar, bir de üzerine Servet'in bir anda çıkan sakatlığı, kolayca geçirilen toplara ve üst üste ataklara neden olmaya başladı. Maçın en güzel anları ilk 20 dakika sonrasında ise artık yavaş yavaş dağılmaya başlayan bir sarı kırmızı ve ikinci yarıda tamamen gençlerin gelişiyle artık top üzerindeki hakimiyet yok oldu. Takımı genel, tek tek iki şekilde de inceledim ama herşeyin sonunda 2-1 gene de fena bir skor sayılmazdı. 


1- Muslera Galatasaray için gerçek bir şans ve onun kazandıracakları sayılabilecek gibi değil. Ayağa yapılan doğru müdahaleler, hızlı reflekslerle, inanılmaz bir kaleci ve yazık ki tek defans ve GS'nin boşluğu olan bu alanda sadece son durak!


2- Hücum oldukça iyi olmaya başlamış, dahası Selçuk Real Madrid'e attığı golle bizim yüzümüzü yeniden güldürdü. Bugün gözlemlediğim en önemli şey Eboue'nin tam da lazım olan gibi, çabuk ve hızlı ileri çıkışlarının ne kadar boşluğu kapatıyor olduğuydu. 


3- Geçen maçta da olduğu gibi Sabri gene atakların bombalıyıcısı. Gerçekten ciddi bir kontrol sorunu var ve hızlı olmakla, yavaşlaması gereken yer arasındaki dengeyi ya bir türlü kuramıyor; ya da gerçekten bütün yapaiblecekleri bununla sınırlı. En az 4 net atak sayabilirim ki Sabri tarafından katledildi. 


4- Real Madrid'in kendi sahasında olan maç için iyi bir mücadele verdik; bana sorarsanız Madrid'de bu kadar zorlancaklarını düşünmemiştir. Zaman zaman iyi hücumlar da oldu ama Madrid'lilerin fizik güçleri genelde bunları sürdürmemizi engelledi. Adamları geçmekte zorlandığımız için paslaşmayı denedik ama çabuk hareket eden takım bunu da durdurdu, bir diğer sebeple de doğru pas yapamadığımız için bu taktiği de beceremedik. Sonra defansa çekilelim dedik ancak her ne kadar onlarca pozisyona karşı durmuş olsak da oldukça zayıftık ve iyi devam edemediğmiz çok başlangıç oldu. 


Gece yazım şimdilik bu kadar, herkese iyi geceler...


Keşke penaltılara kalsaydı; Muslera sayesin de heralde yenerdik. :)) Bu da benim dileğimdi. 


Selçuuuuuk ;


http://www.haberpan.com/video/real-madrid-0-galatasaray-1-gol-selcuk-inan 

19 Ağustos 2011 Cuma

Takım Adamı Olmak : MESSI


Barcelona'nın Süper Kupayı, en beklenen derbilerden birinin sonuda Real Madrid'in elinden almış olması, Copa America'daki Arjantin başarısızlığını bir anda unutturdu. 

      Arjantin'in hayal kırıklığı yaratan oyunu bugün neredeyse bütün haberlerde söylediği gibi 'Süper Messi' tarafından bile kurtarılamadı. Çünkü ortada başarılı bir takım oyunu yoktu... takım genel olarak zayıftı.. Messi'nin destekçileri zayıftı. Yani aslında onu gole götürecek olan tek şey kendisi ve bu yalnızlığını 11 kişilik rakip takıma karşı da göstermeliydi. Sonunda izleyenlerin çıkarımını yapması gerektiğini düşündüğüm bir şey oldu;

Messi süper mi gerçekten? 
Ya da en büyük şansı muhteşem bir takımda oynuyor olmak mı?

Futbolda da her alanda olduğu gibi adil olmayan bazı değerlendirmeler vardır, Ben de ileri çıkan oyuncuların da kanatlardaki yardımcı oyuncuların da yaşadıklarının bu olduğunu düşünüyorum. 

Forvet oynayıp da, topa son dokunan olmak kimi süper yapmadı ki?

Tüm bunlardan Messi'nin süper olmadığını düşündüğüm çıkmasın, sadece farklı bir bakışla analiz yapmaktayım. 

Messi süper evet. Eğer enerji doğru sağlanırsa durdurulması neredeyse imkansız bir gücü var. Oyunu iyi görüyor ve ileri çıkabilmek; onun en büyük yeteneği. Bu, kaleye yaklaşan her topu alıp götürüp, değerlendirme yeteneğiyse evet. Ama kaleye yaklaşırken, o durdurulamayan adama topu çıkartan hep bir başkaları var. 

Messi, Arjantin'de bu nedenle istediğini yapamadı. Uruguay da bu yüzden daha iyiydi. Sonuç yine futbolun kişilere dayanmadığını gösterir. Futbol bir takım oyunudur. Kaleciler, defans oyuncuları, orta saha, kanatlar, forvetler... bunlarda yer alan her bir iyi adam, sizi 'rüyalar takımı' na yaklaştırır. 

Bu yazımın sonucu; Messi muhteşem bir oyuncu ama Barcelona'nın ortasında oynayacak herhangi bir iyi forvet belki de bunca şansı değerlendirebilirdi. 
Etrafında Etoo, Henry, İniesta, Xavi.... gibi daha bir sürü oyuncu varken Messi'nin kendi yeteneğiyle başarısız olması neredeyse imkansız. 

Sözüm 'Süper Messi' den başka bir şey yazamayan gazetelere, kendilerine yorumcu diyen adamlara, futbol programlarına...

Bir şeyi değerlendirirken, genel görebilmeyi öğrenemeyen herkese.

Futbolda ne zamandan beri pas olmadan gol oldu? 
Messi süper ama dediğim şudur; Süper olan asıl şey; bir takım olarak Barcelona'dır.  


Tamam evet Messi de biraz süper :)))




17 Ağustos 2011 Çarşamba

2. KARŞILAŞMA: Real Madrid VE Barcelona



   Kralın takımı Real ve Katalan fatihi Barça arasında oynanan pazar günkü maçın etkisi herkes için beklenilen gibi oldu ve güçler eşitlendi.

   Real Madrid, Barça karşısında nasıl oynayacağını keşfetmiş, güzel bir takım kurmuştu ama 90 dakika onu oynamak... neredeyse imkansızdı. Nitekim olmadı da. 2 - 2 biten maç; Madrid'in açılışıyla başladı ama Messi gücü bi kaç dakikada Real'in oyununu bozdu. Ozaman kadar Messi'yi tutmayı başaran Madrid, Messi'nin kaçışıyla kalesinde golü gördü ve işte o saniyen itibaren Barça paslaşma temelli oyununa başladı.

   Aslında düşününce Real Madrid'in kendi sahasında gösterdiği bu performansı, deplasmanda göstermesi neredeyse imkansız. Bu sefer Barça'nın kesin galibiyetini bekliyorum ben çünkü sezonu zirvede tamamlamış bir takım olarak, Real Madrid'in hantal yapısına karşı enerji dolu bir takımı göreceğiz sahada.

http://www.youtube.com/watch?v=G7t8HvRUYOE

hadi bakalımmm... :))

11 Ağustos 2011 Perşembe

MİLLİLER İLE AÇILIŞ: TÜRKİYE - ESTONYA

    Türkiye'nin ilk sınavı, Estonya'ya karşı; Türk Telekom Arena stadında gerçekleşti. Sonuç 3  - 0 ve bizim tarafımızdan oldukça rahat bir maç oldu. Ama...


     Milli takımın öylesine çok eksiği var ki ve mütemadiyen dağınık, çoğunlukla sistematik bir oyundan uzak ve düşünüldüğünde, bu oyunuyla ileride, İngiltere, Hollanda, vs. gibi herhangi bir takıma karşı başarı kazanmaları neredeyse imkansız. Bu maçın 3-0 bitmiş olması sadece bizlere güzel bir gün ve genel olarak Gökhan Töre gibi yeni millileri tanıma fırsatı verdi. 

    Benim adıma Teknik Direktör çok zayıf ya da futbolcular söz geçirilemez oyuncular. Maç boyunca en rahatsız olduğum; halı saha maç gibi, kimin nerede olduğu belirsiz, kimse birbirini göremiyor, akıllıca hamleler gelmiyor, uzun toplardan kurtulmayı başarıp çalımlara sıra gelmiyor, eh doğal olarak futbol seyir kalitesi de düşüyor. Gerçi bunu rakibin Estonya olmasına yormak da mümkün. Ancak gözlemlediğim; Sinan gibi bir kaleci olmasaydı, 3 - 0 çok rahat beraberliğe giderdi. Defans dağınık, ileri oyuncusu yok. Frikiklerde topu kalecinin kucağına atma başarısını gösteren bir çok futbolcuyla, artık pili bitmiş ya da düzene bir türlü alışamamış oyuncularla dolu bir milli takım. 


    Bireysel olarak incelediğimde, beni en çok mutlu eden bir kaç oyuncu vardı;  
    Gökhan Töre, yeteneği tartışılmaz ve primier liginin ona kattıklarını görmemek içten bile değil. Gerçek bir oyuncu ve yerinin hakkını veren, doğru bir kanat oyuncusu.
    Selçuk, Galatasaray transferine çok mutlu olduğum bir oyuncuydu, hemen hemen aynı başarıyı burada da gösterdi denilebilir. En önemli özelliğinin hep yerini korumayı başaran, gerçek anlamıyla bir takım oyuncusu olduğunu düşünüyordum, beni yanıltmadı.
     Kazım hızlı değil ama tecrübesi nerede ne yapması gerektiğini iyi bilen bir futbolcu olmasını sağlıyor. İki golü çok koştuğu ya da çalımlarıyla herkesi ezip geçtiği için atmadı; doğru yerde, doğru zamanda, doğru müdahaleleri oldu.
     Gökhan G. başlarda oldukça başarılıydı ama enerjisi çabuk tükendi.
     Arda etkisiz elmandı, ben ilk 20 dakika takımda olmadığından bile şüphelendim.
     Burak, hem yeri için, hem de takım için yanlış bir oyuncu gibi geldi. Ve geri kalan her bir futbolcu için buna benzer kişilere özgü gözlemler sayabilirim; ama sonuç şuna çıkıyor; takım çok dağınık ve ben futbol bilen bir takım hissetmedim. 


    Emre konusu var bir de.... 
    Taraftara inat penaltıyı kullanıp, gol atan Emre. 
    O kadar çok yuhalamayı hak etti mi? 
    Kişisel, takımla ilgili problemler, önceden söyledikleri, Galatasaray taraftarı için hassas.. evet. Maçın GS sahasında yapılıyor olması da bunu tetikleyen bir konu ama...
    Karşıdaki insan senin sahanda, senin takım oyuncularınla bir arada aynı amaç için savaşıyorken, tek bi kişinin enerjisini bozmak demek, takıma yapılacak bir hata demek oluyor. Yani zincirin bir halkasına her geldiğinde vurmak, zinciri de koparıp, sarsıyor. 
    Ben şahsen bir Galatasaray taraftarı olarak, kendi takım taraftarlarımın doğru tepkiyi vermediklerini düşünüyorum. 


    Herşeyin sonunda galip gelen Türk Milli takımı, tüm enerjisiyle ilk hazırlık maçını başarıyla kapattı. Bizlere de sabırla, sonrakileri beklemek düştü... 


9 Ağustos 2011 Salı

SEVİNSEM Mİ?? ÜZÜLSEM Mİ?? : ARDA'NIN GİDİŞİ

     Atletico Madrid'in gözlerinin, Arda'nın üzerinde olduğuna dair çıkan haberlere dün dudak büküp, gözlerimi devirmiştim...

     Arda şuan hayatta Galatasaray'ı bırakıp gitmez demiştim, hazır Fatih Terim'de geldi, takım çok keyifli; sezon harika olcak, orta saha tam hareketli; geçen sene gitmeyen adam, şuan hayatta imza atıp da gitmez demiştim...

      Hatta bugün biri bana 'Eee sizin Arda'da gidiyormuş' dediğinde; 'Ya yapma... Arda bu ya... bizi bırakır mı, has Galatasaray'lı, hele şuan hiç bırakmaz; dedikodu bunlar' dedim. Veeee dediğimi aynen yedim bu akşam...

Arda 5 yıl için imza attı...

Kulübün 'gitme' demesine rağmen attı...

Zam bile onu durduramadı...

      Aslında kafamda dönüp duran şu: Arda için iyi oldu, ben yurt dışına bu yaşında henüz yeteneğini 100% gösterebiliyorken Atletico Madrid gibi önemli bir takıma giderek önemli futbolcularla tecrübelenmesini istiyordum ama keşke sezon başlamadan yapsaydı... yani geçen sezon sona erdiğinde. Henüz Fatih Terim gelmemişken... planlarını yapmamışken. Şuan yeni, güçlü bir orta sağ ihtiyacımız olmasının yanın da; en önemlisi bizim Arda gibi yürekten 'Galatasaray' ruhuna sahip bir de kaptana ihtiyacımız olacak. Yani umutlar bittiğinde, 'Hadi abi koşun maç bitmedi' die sahanın gerisine bağırabilen bir cesarete ve inanca ihtiyacımız var. Yazık ki bel kemiklerinden birini kaybetmenin cezası, benim açımdan ve aslında bu haberi duymama neden olan arkadaşım açısından; kombine alımını bile etkileyecek; ki bizim gibi olan eminimki bir sürü taraftar olacaktır.


      Liverpool maçından sonra çok şeyler beklediğimiz takımımızın, kocamaaaan bir boşluğu var ve oraya büyük bir isim gelene kadar da bu boşluk çok hissedilir olacaktır; Fatih Terim açısından bile.

      Ufff uff bu akşamın en can alıcı ve yıkıcı ve üzücü haberine bin kere UFFFFFFF!!!


Bu da daha çok Uff'lamak için;


http://www.youtube.com/watch?v=cLOmPmBXGc0&feature=share

5 Ağustos 2011 Cuma

YA ŞU MEDYA YOK MU! : AYARSIZ ÖZGÜRLÜK...

    Dünden beri haberleri, internet sitelerini, yazıları okurken fark ettim ki; o çok masum olduğuna inanılan (sanırım inanılmıyordu zaten:)) medyanın, her konu da nasıl bir tetikleyici olduğu yeniden ortaya çıkmaya başladı. Durdurulamaz ve baş edilemez bir yaygara yetenekleri var görüyorum ki; Resmi sitelerin varlığı ve taraftar forumlarının oluşunun avantajı da medyanın bu panik atak hallerini ekarte edebilmeyi öğrenebileceğimiz tek platformlar olmaları.
  
  Galatasaray'ın Adnan Polat'ın ofisinin aranması, ifadeye çağrılması, yönetimin diğer aramaları vesaire bunlar sırayla ve sakince, aslında şike başlığı altından olabildiğince uzakta olarak gerçekleştirilirken, bir anda medya o inanılmaz enerjisiyle hızı alamadan olayı, tıpkı şike operasyonunun sündürülmesi gibi, bir tarafından tutup çekmeye başladı. Şike, hile... para her neyse başlıklar yazılıp çizilmeye başlandı, ama ilginç bir şekilde taraftar sakin kalabildi. Resmi Galatasaray sitesinin de açıklamaları ortamı sıcak tuttu ve olaylar büyümeden sadece, 'haber işte!' cümlesine kaldı. 

     Dün Sedat Doğan'ın açıklama yapmak için ayırdığı zaman süresince, medyanın tuttuğu mikrofonlar ardından neler sorduğunu ve Doğan'ın sabır taşı ifadesini biraz öfkelenerek izledim. Olabildiğince şeffaf olmaya çalışarak, açıklamaları, aslında sorulara bile gerek kalmadan yapan; sorulan sorulara da olabildiğince sakin cevap veren Doğan, inanılmaz doğru bir tavır sergiledi. Ama.... bir yerden itibaren, neden olduğunu medyaya dahil olanlar dışında anlayamayan bizler, yine o enerjiyi gördük ve kendine hakim olamadan olayı şike davası içine dahil edip, suçlayıcı sorulara döken mensuplar öne çıkmaya başladı. Doğan, daha fazla sakin kalabilmek için bir kaç soruyu kibarca geri çevirdi ama sonuç şu oldu;

Bizim ne gocunacak bir şeyimiz var, ne bizim ne de bizden önceki yönetimlerin. Gayet rahatız. Ben size gerçek durumu anlatmak istedim. Çok teşekkür ediyorum


Ve basın dağılmadan gitmek zorunda kaldı...

    Yani demem o ki... medyanın baş edilemez bir özgürlüğü... tam olarak ayarsız bir özgürlüğü var ve bence gerçekten zaman zaman çekip 'yavaaaaşşşşş' demek gerek. 

     Dünkü ve bugün sabahki olaylara, bu röportaja öfkemden bu yazı :) Medyanın tamamını içermiyor...  ama içerdiği grubu da tüm derinliğiyle kınıyor...