Her yazımda özellikle taraftar psikolojisinden ya da sosyolojik futbol
olgusundan bahsediyorsam kesinlikle söylerim; futbola bazı ülkelerin daha çok
ihtiyacı vardır diye.
Futbol bir platform olur onlar için; kendilerini dünyaya ispatlamak için
şans buldukları bir platform. Gururla ve güçle haşır neşir olabildikleri nadir
yerlerdendir yeşil sahalar.
Dünya düzeninin acınası sonuçlarından birisidir bu da. Kendini bilememiş,
kibirli topluluklarca zamanında sömürülmüş, üzerine oyunlar kurulmuş, tertemiz
yaşam süreçlerine müdahale edilmiş topraklardan bahsediyorum özellikle.
Örneğin, Afrika ülkeleri veya
fakirlikle mücadele etmeyi hayat amacı haline getiren Orta ve Güney Amerika
ülkeleri. Bu yerlerde futbol candır. Yeşil saha onlar için yeşil stüdyodur,
etrafına istedikleri sahneyi çizebildikleri. Güçlü oldukları, saygı
duyuldukları ve isimlerinin bilindiği en önemli alanlardır statlar.
Düzenin içinde tarihin bile güçlünün
yanında olduğu süreçte, Cezayir, Nijerya, Kolombiya ve Şili gruplardan sağ
çıkarak bunu devam ettiren ülkeler arasında oldurlar.
Dünya kupasını düzenli takip edenler bilirler. Gerçekten savaşan ekipler
vardır. Herşeyini veren takımlar ve hocalar. Futbolcular vardır hepimizin ‘vay
be ne pes etmedi!’ diye heyecanlandığımız. Işte bu, ihtiyaçtan doğar. Bu istek
ve ruh, kendini saydırmanın çabasıdır. Bu arzu, dünyaya ‘ben de varım’ diye haykırmanın en güçlü
yollarından birisidir. Var olma çabası. Yüzyıllardır görmezden gelinen ama
insanından daha değerli tutulan toprakların, gerçek sahipleri olarak koşarlar
sahada. Biz de varız ve bu ülke bizim!
Nijerya, eğitim izni 1960’a kadar neredeyse olmayan, siyahi halkın
bağımsızlık tanıyana kadar yok sayıldığı bir ülke. Dünya kupasında futboluna
hep hayran kaldığımız, savaşmaktan hiç vazgeçmediği için izlemeye doyamadığımız
takımın, bu arzusunun sebebi başka nasıl bir psikoloji olabilir ki? Bilinenin
aksine, çok zorlanmalarına rağmen şiddeti pek de sevmeyen bu toplumlar, güç
kullanmanın, spor halinin hakkını vermekten yanalar. Güçlüler. Üstelik
arzuları, onları yenseler de, yenilseler de hep ürkülen bir takım olarak
göstermeyi başarıyor. 1958’ e kadar kendi kendilerinin olamadıklarından, Dünya
Kupası’na bile katılamayan bu ekibin, gruptan çıkmasına sevinmemek, tarihi
umursamamak, sosyolojik faydayı tartamamaktandır.
Cezayir’in Rusya karşısında bıkmadan usanmadan, gol arayış sürecine şahit
olduk. Tek şey vardı istedikleri, ertesi gün tüm haberlerde yeşil, beyaz
bayrağın görünmesi; Cezayir diye bağıran spikerler. Başardılar. Halkının gerçek
istediğini gerçekleştirerek, yeni
düzenin en güçlü ortamında ‘sizi yenebilriz’ dediler.
Ama asıl soru; kibirli topraklar şunu sorabildi mi kendine;
‘Gerçek
sahipleri onlar mıymış?’