Hürriyet

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Erzurum'dan Londra'ya Futbol

Galatasaray - Fenerbahçe arasında tarafsız bir saha da oynan Süper kupa maçı oldukça heyecanlı sonuçlanmıştı. 
Herşeyden önce iki takım taraftarlarını kol kola, dostça görmek bile bu maç için bence en önemli kazançtı. Fair Play tavrının doldurduğu stad içindeki tek sorun meşale sorunu olmuştu. Sis ve ateşler yazık ki maçın sık sık durmasına neden oldu. Umarım ki bir dahaki ortak maçta bu tip tavırlarla karşılaşmayız. Yinede futbol seyircisi olarak, geçen senenin gerginliklerinden sonra çok büyük bir adım attık tüm spor heyecanı adına. 

Saha içinde ise farklı gerginlikler vardır. Hızlı bir oyun, sabırsız futbolcularla oldukça zirvede bir hırs gördü gözlerimiz. Aslında uzun zamandır izlemek istediğimiz harika bir futbol bulduk Erzurum'da. Mükemmel bir halk ve mükemmel bir atmosferle, harika taraftarlarla, unutulmaz bir 90 dakika izledik. Kupa GS'nin olurken, Fenerbahçe de elinden geleni yapmıştı tüm maç boyunca. Volkan'ın üzücü sakatlığına, Engin'in kabul edilemez öfkesine, eksik bir GS'ye ve dağınık bir Fenerbahçe futboluna rağmen oldukça şıktı maç. Kendi adıma uzun zamandır bu kadar keyifli bir futbol izlememiştim. Sonuç olarak 5 gol izlediğimiz maç 3-2 bitti ve hiç bir sorun  yaşanmadan sona erdi. 

Aslında bu maçın takımlar için en önemli sonucu, ciddi rakiplerin, ciddi güçlerin bulduğu bu platformda eksiklerini de göstermesi oldu. 
Fenerbahçe için bir orta saha eksiği olduğunu gördük, şuan için bir çok takımla yarışacak kadar güçlü bir orta sahası olan Galatasaray için ortadan çıkışlar oldukça kolay oldu bu nedenle. Ancak yeni transferlerden Kuyt'un güçlü çıkışı da herkesi gelecek FB mücadeleleri için umutlandırdı. Kanatlar ne yapacağını bilemiyor gibidi ve Alex ile Egemen üzerine kurulmaya çalışılan oyun yazık ki başarısız oldu. Ancak benim bu maç ardında kendi adıma üzüldüğüm tek nokta Fenerbahçenin bu oyununda kurbanlık koyun aranması ve daha da komiği bu koyunun Alex olarak seçilmesi oldu. Fenerbahçe'yi saha da bir ve bütün olarak tutan tek adamı 'hata Alex'de miydi' şeklinde suçlamak tartışılmaz bir hatadır. 



Galatasaray adına bu maç bir çok şeyin göstergesiydi; uyum henüz uyum sağlayamayan yeteneği Amrabat'ın çıkışı adına sinyalleri verdi. Daha önce hep daha açıkta oynayarak, öne çıkmaya alışkın Fas'lı oyuncunun, GS 11 taktiğine adapte olmasıyla, bulunduğu kanatı çok hızlandıracağı açık. Aynı şekilde Dany'nin sağlam duruşu, doğru müdahaleleri Ulfaluji'nin yokluğunu hissettirmedi. Maç eksiği olan Hamit'in kendini gösterememe durumu devam ederken, onun da takımı derleyip, toparlama adına liderlik vasıflarını iyi değerlendirdiğini gözlemek mümkün. Engin'in öfke problemini kendini adamışlık olarak değerlendirmek istesek de, kontrol edilebilir olması adına bir sorunu olduğu ortada. Genç ancak genç olmak Cüneyt Çakır gibi bir hakemin üzerine yürüme hakkını kimseye vermiyor. Neyseki izlediklerinden memnun kalmayan Baytar da bu nedenle bir açıklamayla onlarca kez özür dileyebildi. 
Umut Bulut GS için gerçek anlamda yükselen bir forvet. Tamamlayıcı ve deneyiciliğiyle İmparator'un tam da istediği bir forvet. Yeni transferler ve değişen hızı, hatta boy ortalaması bile avrupa standartlarına çıkan sarı kırmızılı takımın 'şampiyonlar ligine' hazırız mesajı veriyor olduğu ortada. 

Herşey bir yana ben bir de kendi adıma Premier liginde bir konuya takıldım... Van Persie çıkmazına. Düşünüyorum... Arşavin zamanında belki biraz daha hızlı, Eboue zamanında biraz da hırslı, Fabregas ile de biraz da atak olan Arsenal'in elinde kalan tek gücü Van Persie de gitmeye hazırlanıyor. Premier liginin ardarda en iyi futbolcusu seçilen Van Persie için fiyatları düşük bulan Arsenal henüz bir klüple anlaşmamış ama korkarım ki yeni formalarının tanıtım filmi bile bu sene Arsenal takımını hezimetten kurtaramayabilir. Üstelik Chelsea, City gibi takımlarda artık çitasını çok yükseklere taşımışken. 

Bir değişim gerek tıpkı Fenerbahçe'de gereken gibi, Arsenal için ciddi bir taktik ve oyuncu düzenlemesi gerekiyor gibi. İzleyelim ve görelim bu sene ada bize neler verecek...

Bol futbollu günlerrrr :) Artık herşey başlıyorken söyleyebileceğim tek şey;

'6 harfli bir aşkımız var o kesin; o dda FUTBOL!' :)      

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Hergünü Yaşanır Klan Şey; Spor


Geçen senenin sezon sonu kral markası Galatasaray'ın hazırlık maçları gelince, eh bana da bir kan can, spora olan ilgimi yeniden paylaşma aşkı, şevki geldi. Tabii bunda İzmir gibi sıcaktan kavrulan bir Ege şehrinde, neredeyse sezon sonundaki seyirci kadar taraftarla, coşkulu futbol izleyicisini görmem ve rahat bir 1-0 sonucu ile taçlanmış olan maçın olumlu izleri de etkili değil desem yalan olur. 

Kendi takımım adına muhteşem bir transfer dönemi, beni coşkuyla mutlu edebilcek kadar memnun kaldığım yeni STORE tasarımları. Formaların kapış kapış gidişi, kombinelerin sınıra dayandığı için durdurulmak zorunda kalması... Bunun gibi daha bir çok olumlu gelişme beni bu sene adına, futbol için tadı kaçmış olan geçen seneye göre daha olumlu kılıyor. 

Aynı şekilde ligin diğer büyük oyuncularının da heyecanlandırıcı transferleri ve yepyeni hazırlıkları, bu seneye sabırsızlanmam için bir etken. Yani 'Güzel Futbol' kapıda gibi hissetmeye başladım... çok yakında, gölgesini görebiliyor gibiyim sanki. Bu gerçek ve ön görü beni 'futbol' adına çok mutlu ediyor. Şimdi sabırsızlıkla ligin kapılarını açmasını beklerken, bizler de hazırlık maçlarıyla yavaş yavaş ısınmaya başladık, tıpkı futbolcular ve camialar gibi. 

Ancak bu sene yaz döneminin aralıksız, soluk aldırmadan 'spor' yazı olmasının da bıraktığı izlere deyinmek önemli. 

Önce ligi tamamladık üstelik de play off etkeni nedeniyle uzayan bir tarihte...

Sonra EURO 2012 bizimleydi... Üstelik hiç beklenmedik güçlerle, eleyenlerle ve elenenlerle... Tabii herkesi ikinci yarıyı izlemekten vazgeçiren finaliyle de diye eklemek yanlış olmaz. Yazık ki, tarihe geçecek olan bir final olmadı İspanya - İtalya karşılaşması. Almanya'nın, muhteşem bir Akdeniz futboluna yenilmesi, İtalya'yı, yakın topraklardan rakibinin karşısına çıkarmıştı. Çoğu kişi Akdeniz futboluna aynı şekilde karşılık verecek olan harika İtalya oyununu konuşuyordu... Ama ne olduysa o düdük çalıp maç başladığında oldu... İtalya söndü... ruhunu kaybetti.. canvarlaşan hızı, enerjisi yok oldu ve 'rüya takım' enerjisine yenik düşerek, bir çok futbol severi Euro 2012 finalinden soğutmayı başardı. 

Ve sonra nefes kesen 15 günlük macera sardı her yanımızı ve 7/24 Sporun tadına varmaya başladık. 2012 Londra Olimpiyatları başladı, sonuna da yaklaştı... Uzun maraton, dünyadaki bütün ülkeleri bir yere toplayarak, tek yürek yapıp, barışın meşalesini taşırken bize en bilmediğimizden, en bilinir olan spora kadar geniş yelpazede musabakalar sundu. Tabii Türkiye'de en çok yarışmacıyla olimpiyatlara katılan ülkeler içinde yerini almayı başardı. Kendi adıma Göksu gibi önemli yetenekleri de tanıma fırsatı bulduğum bu süreçte, ülkem adına gelecek zamanlarda olimpiyatlarda bir şansım olduğunu da düşünmeye başladım. 


Olimpiyatlar bana, tenisi, koşuyu, atletizmi ve daha bir çok koldan sporu sevdirtti. Aslında saatlerce süren bir sessizlikte, yarışma fikrinin ne kadar keyif verici olduğunu gösterdi. Ve coşkunun... bütünlüğün.. sporun ne kadar tatlı bir dünya nimeti olduğunu. Olimpiyatlar, Londra'da, tam da Britanya'nın adına yakışır şekilde oldukça gösterişli bir açılış yaptı. Şimdi formalarla, ülkelerin bütünlükleriyle, kampanya filmleriyle, müzikleriyle, açılış gecesinde Arctic monkey's'in yıllarca kalan etkisi ve dalgalanan onlarca bayrakla, sürekli yanan meşale herkesi ekran karşısında kilitli tutuyor adeta. 


Bu spor aşkı, yazın her bir anında bizi heyecanlandıran karşılaşma mantığı, yarışma ve bayrak azmi ve tükenmeyen enerjisiyle sürekli devam edebilecek bir şey... unutulmaması gereken ve gerçek anlamıyla 'birleştirici' olabilen en önemli ortak his. Tüm dünyanın 'ortak' hobisi... spor...



:) Spor dolu, heyecanlı günler.