Fransız düşünür Albert Camus ‘Hayat ve ahlak hakkında
bildiğim her şeyi futboldan öğrendim’ demiş zamanında. Bunun bir çok sebebi
var; 22 tane toplum liderinin 90 dakika boyunca bizi eğitiyor oluşu mesela.
Futbol, bir çok anlamı barındırıyor
içinde. Bunca zaman boyunca da evrimleşerek, daha da yükselerek hegemonik bir
olgu halini almış. Coğrafyalara göre dereceleri değişse de, dünyanın hemen
hemen her yerinde sözü geçen bir güçten bahsediyoruz. İnsanları ayartan, hipnoz
eden ve çıldırtan bir oyundan.
‘Futbol
asla sadece futbol değildir’ derken, içindeki anlamları, yaptırım gücünü de
hesaplamış Simon Kuper. Barındırdığı hırsı, gücü, felsefeyi ve siyaseti de
düşünmüş. Dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan futbol sektörünün artık
sadece eğlence için bir araya gelinen bir spor olmadığını açıkça görmek mümkün.
Futbolun değişen şeklinin sadece trendler olmadığını, oyun
düzenleri olmadığını biliyoruz. Değişen adamlar ya da taktikler de değil. Bu
konuyla ilgili en güzel tesbiti Şenol Güneş yapmış zamanında: ‘Eskiden futbolu fakirler
oynar, zenginler seyrederdi. Şimdi ise zenginler oynuyor, fakirler seyrediyor.’
Ancak tüm bu değişimler bile tek bir konunun etkisini ve
gücünü farklılaştıramıyor. Futbolun, içinden herkes için idol çıkaran belki de
tek şey. Bazıları fikirleriyle etkiliyor, kimileri hızıyla, kimileri
getirdikleri yenilikler ya da attıkları gol sayılarıyla. Hatta yaşam tarzları,
karmaşık aşk hayatları veya kırmızı kartlarıyla karanlık idollerimiz de mevcut.
Nasıl olursa olsun, bu eğitmenlerin milyarları etkileyen auraları futbol
tarihinin en sonsuz ve güzel konularından birisi.
Dünya kupası tarihinde hepimizi heyecanlandıran,
kimilerimizin yaşı yetmediğinden videolarla büyülendiği siyah beyaz ya da
renkli onlarca hatta yüzlerce isim var geçmişten bugüne gelen. Ben zaman
aralıklarına göre 1940’lardan günümüze temsilen örnekler seçebildim ancak.
Dünyanın en önemli etkilerine ulaşmaya çalıştım. Bugün, bildiğimiz futbolun
mimari büyücüleri çekmeye çabaladım yanı başımıza.
İlk olarak pizzanın topraklarına
uçalım, gecikmeden. Yeni neslin canlı görmesinin ne yazık ki mümkün olmadığı,
ancak İtalya futbolu için bir efsane olan Giuseppe
Meazza bunlardan sadece birisi. 1910 doğumlu Milano’lu futbolcu hala daha
kırılamayan ilk sezon gol atma rekorunun sahibidir. Inter Milan taraftarı için
bir ikon, gerçek bir öncüdür. Onun en önemli özelliği, dünya futbolunda bir
yıldız olarak gündeme gelmeye başlayan ilklerden olması. Bu anlamda aslında
futbolcular üzerinde reklam sektörünü yaratan isimlerden. Hayatıyla,
tavırlarıyla, çocukların saçlarını onun gibi yapmayı seçtikleri isimlerden biri
olsa da, İtalya’nın ‘kötü’ çocuklarındandır. Maçlara bir kaç dakika kala
uyanarak, yetişme çabalarıyla da bilinen, bugünkü futbolcu profilinin çok
uzağında bir isimdir. Tabii uykusu açılmadan hat-trick yapabiliyor olması da
yetenek anlamında nasıl bir efsane olduğunun kanıtı. Dönemin Milli Takım Teknik
direktörü Vittorio Pozzo, Meazza’nın efsaneleşme nedenini çok basit bir
cümleyle açıklıyor; ‘Ona sahip olmak,
maça 1-0 önde başlamak gibiydi’.
Çizme’den karşılara, Güney
Amerika’ya gitmeden olmaz elbette. Brezilya’nın en favori efsanelerinden birine
gidelim. Pele’den önceye yani onun ikonu olmuş olan Thomaz Soares da Silva’ya
yani nam-ı diğer; Zizinho. 1939
yılında başladığı futbol hayatında Brezilya’nın şimdiye kadar gelmiş geçmiş en
mükemmel futbol ayaklarından biri Zizinho. Pele’nin durmadan dile getirdiği
haliyle, o gerçekten bütün bir paket gibi tüm özelliklere sahipti. Futbol
düzenini, sınırlarını genişleten, değiştiren unutulmaması gereken bir
oyuncuydu. Tüm pozisyonlarda oynamış olması bir yana, falsolu vuruşları ve
mütemadiyen dinmeyen hızıyla hala gözlerin önüne gelen bir estetiğe sahipti.
Brezilya’nın reklam ikonu olan Zizinho, buna rağmen Brezilya’nın 1950 Dünya
Kupası’nı 2-1 skorla Uruguay’a kaybetmelerinin suçlusu olarak da gösterilmiş.
Alnına dağlanan bir kaybediş, 80 yaşında kalp kriziyle hayata gözlerini yuman
efsanenin her zaman en büyük acısıymış. Bu karanlık ize rağmen Milan’da bir
gazetenin onu tasviri, tüm Brezilya halkı için bir tanımlama diyebiliriz;
‘Zizinho, Leonardo Da vinci gibi, Maracan’ın çerçevesi içinde, harika hareketleriyle
sanat yapıyordu.’
Hızla kuzeyin karlı tepelerine gidelim ozaman. Grinin
hakimiyet kurduğu, kurtların ayak izlerini bıraktığı ormanların mucizevi
kraliçesi Moskova’ya ya da o zaman dahil olduğu topluluk adıyla Sovyetler
Birliği’ne. Lev Yashin, nam-ı diğer
‘Kara Panter’ bir çok kalecinin öncülerinden biri. Futbol tarihinin gelmiş
geçmiş en iyi futbolcularından birisi olarak gösterilen eldiven, özellikle
akrobasinin kale korumadaki ihtiyacını ilan eden ilk isimdir. 1.89 boyundaki
dev adam, tüm özellikleri bir yana, en çok da imkansıza yakın kurtarışlarıyla
tanınır. En önemlisi de kalecilik
kurallarını koyan ve pozisyonu defansif anlamda tamamen değiştiren bir
yetenektir. ‘Yılın en iyi futbolcusu’
ödülünü almış olan tek kaleci olarak da akıllara kazınan altın eldiven, 1929
doğumlu. Sovyetler’in dağılmasından hemen önce gözlerini hayata yummuş, siyah
beyaz futbol sayfalarının yazdığı en sağlam karakterli isimlerden birisidir.
Ah, evet hepimiz sambacı kızlara bayılıyoruz, o zaman sanırım
sizi Güney Amerika’ya geri götürsem daha iyi olacak. Çünkü sambanın en
sansasyonel kadınlarından biriyle, kendi kötüleşen kariyerini birleştiren ama
yine de bir efsane olarak sarı - yeşil halkın idolü olacak olan Garrincha’yı yazıya konuk etmezsek ayıp
olur. Futbolun ayağına bu derece yakıştığı çok az adam vardır tarihte. Tüm
inişli çıkışlı yaşantısına rağmen, talihsiz ölümü ardında mezar taşı, bize onun
özünde nasıl biri olduğunu anlatır; ‘O çok tatlı bir çocuktu, kuşlarla
konuşurdu’. Evet, Brazilya’nın en iyi top süren isimlerinden birisidir. Üstelik
bacağındaki anatomik bozukluğa rağmen gelmiş geçmiş en başarılı sağ
açıklardandır. Ancak bir süre sonra bu bozukluk nedeniyle futbol oynayamamaya başlayan
yıldız, alkolik olarak, ne yazık ki sonunu getirecek olan siroza davetiye
çıkarmıştı. Güney Amerika’nın laneti olarak da gösterilen ‘umursamazlık’
Garrincha için de geçerlidir. Ancak tüm bu yıldızların ortak noktası bu olunca,
başarının yolunun da ‘sadece zevk almak’ kuralından geçtiğini gözden kaçırmamak
gerek.
Dünyaya büyülü topraklarından yüzlerce idol ve lider
futbolcu tanıtan fabrika Güney Amerika’da biraz daha kalıyoruz. Duruşunu ve
futbola olan düşkünlüğünü hiç bir zaman değiştirmeyen efsaneyi nasıl unuturuz? Pele, kendi nesliyle günümüze kadar
gelen tüm nesilleri futbolda bağlayan en önemli isim. Dünya tarihinde en çok
gol kralı olmuş, yaşayan en büyük efsane olan Brezilya’lı forvet, bir çok kişi
için, bir iş ‘nasıl yapılmalıdır?’ sorusunun cevabıdır: aşkla, tutkuyla ve
bıkmadan. Pele, tüm dünyada izlemek için dağlar delinen, geçitler açılan, denizler
kurutulan bir futbolcu. Siyah İnci, futbol hayatında bir efsaneydi evet ancak
onun bu tarafını devam ettiren aynı zamanda futboldan sonraki yaşamı da oldu.
UNESCO için savaş verdi ama en önemlisi de üretmekten hiç bıkmayan bir yazar,
barış elçisi, Brezilya halkının haklarını savunan bir aktivist olarak kaldı. Uyuşturucu
için başlattığı kampanyalar ve düzenli hayatıyla örnek olduğu koskoca bir
ülkeye ikon oldu. Herkes efsane olabilir ama bu şekilde kalmaya devam etmek,
yaşarken insan olmaya devam etmek de Pele’nin duruşunun güzelliği olsa gerek.
1957’ye gelelim ve Avrupa’nın
unutulduğu düşünülen ucuna, Lizbon’un karmaşık ülkesine Portekiz’e gözatalım. Benfica’nın en çok gol atan ismi; Eusebio. Kuşkusuz hızı ve güçlü
şutlarıyla herkesin hatırladığı bir isim. Portekiz’in çıkardığı gelmiş geçmiş
en özel futbolcu olarak gösterilen Mozambik asıllı forvet, çok yakın zamanda,
bu senenin 5 ocağında hayata gözlerini kapadı. 733 golle bütün zamanların en
iyi forvetleri arasında en üstlerde yer alan Eusebio, Benfica’nın zirve
dönemlerinin mimarlarından birisi hiç şüphesiz. Benfica ve Portekiz arasında
elçi olarak, futboldan sonra da köprü olmaya devam edecek olması da, onun
sadakat timsali bir insan olduğunun kanıtıdır.
Tabii futbol sistemlerinden birini
yaratan, kendi diliyle deniz seviyesinin altındaki topraklara gitmeden olmaz.
Hollanda değirmenleri bize karşı dönerken,
fikirleriyle hiç düşmeden ilerlemiş, futbola tarz ve taktik getirmiş,
düşünen adamlardan birini hatırlayalım şimdi; Johan Cruyff. Kendi adında özel
hareketini futbol lugatına sokabilen kaç futbolcu vardır ki? Cruyff dönüşü;
rakibi allak bullak eden ama her futbolcunun uygulayamayacağı incelikte etkili
bir harekettir. Tüm futbol hayatı boyunca çevikliği, çalımları ve herşeyden
önce estetiğiyle tanınırdı. Onun Avrupa’da ‘Yılın futbolcusu’ ödülünü alan ilk
Hollanda’lı oldğunu da belirtmek lazım. Cruyff still ve düşünce olarak futbol
tarihini etkilemiş olan en önemli isimler arasında geçer. Onun taktikleri
Arsene Wengen, Josep Guardiola gibi sürekli isimlerini duyduğumuz teknik
adamları da etkilemiştir. Ona göre bir futbol takımı, sabit kalmamalı. Her
oyuncunun kendi mevkii dışında da iş yapabiliyor olması gerekir. Alanının
çevresi geniş tutulmalı, rakibi şaşırtan hameleler yapılmalıdır. Hiç bir futbolcu
yeri doldurulamaz değildir. Her futbolcu ortasaha, forvet ya da defans olabilir,
olmalıdır. Bir takım olmanın yanı sıra, boşlukları doldurmanın, beklenmedik
anlarda sıkıntıya düşmenin önünü almanın tek yolunun bu olduğunu söylemiştir. Başta
da dediğim gibi; bazı insanlar düşünürler ve düşündüklerini akım haline
getirebilenler ekol yaratırlar. Cruyff hiç kuşkusuz en etkili idolerden birisi.
1964 senesinde devam edersek yolumuz
komşuya çıkar. Orta Avrupa’nın en keskin ülkesi Almanya’nın nağm-ı diğer
‘imparator’u Franz Beckenbauer de
özellikle libero mevkiine kazandırdığı yeni karakter ve modernize stiliyle tanınır.
Defanstan topla çıkışları ve sürati futbol taktikleri düzenini değiştiren
bambaşka bir tat olmuştur. Bu tarihten sonra gitgide hızlanan, süratlenen ve
güzelleşen futbolu izlememiz mümkün.
Hazır komşu demişken, en romantik
şehrin ülkesi Fransa’ya da uğramadan olmaz elbette. Michel Platini burada akla gelen ilk isim. Günümüzde onu UEFA’nın
başkanı olarak bolca duyuyoruz. 3 kez Avrupa’nın en iyi futbolcusu ödülünü art
arda kazanan ilk isim de Platini’dir. Platini futbolu bir spor olarak görebilen
mantelitesiyle, onu geliştirmek ve sevdirmek için çok emek vermiştir.
Fransa’nın şövalyesi, aynı zamanda döneminin en estetik oyuncularından da
birisidir. Üstün gol atma yeteneği, düşüşe geçmeden, jübilesine kadar onunla
olmaya devam etmiş. Yaptıkları, hem Fransa için hizmetleri hem de dünya futbolu
için katkıları nedeniyle, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi ve önemli Fransız
futbolcusu olarak anılmaktadır.
Evet biliyorum biraz yaramazlık için
Avrupa’ya koca bir ara verip futbolun tanrılığını ilan ettiği topraklara geçmek
istiyorsunuz. Elbette ki Diego Maradona’yı
bir an önce anmak istiyoruz. Arjantin, Maradona’nın krallığını bağırdığı bir
ülke. Tüm eleştirmenlerce futbol tarihinin en iyisi olarak kabul görmüş ama bir
okadar da sansasyonel karakteriyle iki kez transfer ücreti rekoru kıran tek
futbolcudan bahsediyoruz. 2002 senesinde FIFA tarafından ‘yüzyılın futbolu’
seçilen golün ve tabii dedikoduların ardında skoru elde etmesiyle kaldığı
‘tanrını eli’ golüyle tarih sayfalarına kazınmıştır. Onu anlatmaya gerek var mıdır bilinmez ancak
ada futboluna transfer olmaktan son anda vazgeçen, İtalya’da, Napoli sayesinde
neredeyse Arjantin’deki kadar çok sahiplenilen, dünyanın bir dönem en çok
konuştuğu futbolcusu Maradona’yı futbol her zaman özlüyor sanki.
Kuzeye doğru çıkarsak, Dünya Kupası’yla
bağlantılı acı hikayeleri, karışıklıkta hiç bir ülkenin yarışamayacağı
atmosferi ve inatla ülkesinin adını temize çıkarmaya çabalayan Escobar
çocuklarının ülkesini hemen herkes hatırlayacaktır. Carlos Valderrama gelmiş geçmiş en iyi Kolombiya’lı futbolcudur.
Sapsarı kıvırcık saçları ve buna tezat olan bıyıklarıyla herkes için
karikatürleşen bir orta saha. Maç sırasında enerjisini tassarruf edebilen, çok
kıvrak bir zekaya sahip olduğu için, özellikle 1990’ların en çok taklit edilmeye yatkın futbolcularından
birisiydi. Santa Marta’daki heykeli, onun Kolombiya için ne kadar önemli olduğunun
kanıtıdır. Tam da arzuladığı gibi ülkesinin temiz yüzü olmayı başarmış,
dışarıya elinden geldiğince başarıyla topraklarını tanıtmıştır.
Artık daha çok hatırlamaya
başladığımız anılara, son Dünya Kupaları’nın kahramanlarına ve isimlerine doğru
ilerleyebiliriz. Mesela Balkanlar’ın Maradona’sı Gheorge Hagi, Pele’nin en iyi futbolcular listesine girmiş tek
Romanya’lıdır. Kendi ülkesinde bir
kahramandır, üstelik bizim için en tanıdık haliyle Galatasaray’da jübilesini
yapan orta saha, Türkiye için de gerçek bir idoldür. Yine Avrupa’da gelmiş
geçmiş en teknik oyuncu olarak bilinen, becerikli paslarıyla göz doldurmuş olan
Dennis Bergkamp da uçak fobisine
rağmen dünyayı dolaşmış, İngiliz futbolcuları tarafından dönem dönem yılın
futbolcusu olarak gösterilmiş bir forvettir. Hollanda’nın bilinen en önemli ve
zeki futbolcularından biriydi. Almanya dendiğinde akla kaledeki asil duruşuyla
her zaman ilk gelenlerden olan Oliver
Kahn’ı atlamak olmaz elbette. Art arda kazandığı ‘en iyi kaleci’ ödülleri
ve kale korumanın kurallarını yıkan tekniğiyle bir efsane oldu. 2002 Dünya
Kupası’nda en iyi oyuncu seçilmiş ve Altın Ayakkabı kazanmıştı. Almanya’nın
oturaklı düzeninin içinden çıkmış biri olarak, stresle mücadelesi her zaman örnek
alınmış bir karekterdi. Arjantin’in Maradona efsanesinin üzerine bir efsane
olmak her ne kadar imkansız gibi olsa da Gabriel
Batistuta, Arjantin Milli Takımı’nın en çok gol atan ismi olarak, bu konu
da oldukça iddialı bir adım atmış. 3 ayrı ligde gol krallığı var. 1998’de
Arjantin’in en iyi futbolcusu onurunu da kazanmıştı. Tabii şimdilerde sportif
direktör olan, bir dönemin yakışıklılığıyla gazetelerde en çok boy gösteren futbolcusu
Figo’yu da selamlamadan olmaz. Portekiz Milli Takımı’nın formasını en çok
giymiş futbolcu ünvanına sahiptir. Aynı zamanda 2001’de gerçekleşen Real Madrid
transferiyle dünyanın en değerli futbolcuları arasına da girmeyi başarmıştır.
Avrupayı hızla gezerken bir efsane,
futbol felsefecisi ve taktik ustası, gerçek lider Zinedine Zidane’a uğramak
şart. Fransa’nın, Cezayir asıllı efsanesi, dünyanın en çok resmedilen,
konuşulan, karakteriyle örnek alınan isimlerinden biridir. Üstelik oyun
kuruculuktaki yeteneği, takımdaki liderlik gücü hala daha örnek gösterilen, eşi
benzeri henüz gelmemiş, döneminin bu açıdan çığır açan son ayağıdır. Fransa’nın
bugün de ismini aşkla andığı gurur kaynağı Zidane, Cezayir için de aynı derece
de özeldir. Horozlar’ın 1998 senesinden itibaren farklı oynamaya başlamasının,
yeni bir düzen kazanmasının mimarıdır. Bir de, Zidane da, maçlarda kendine
hakim olamadığı anlar konusunda oldukça çömerttir.
Evet, kendine hakim olamama konusuna
gelirsek, aklımıza aynı toprakların adamı olan ama çoğumuzun Manchester United
ile tanıdığı Eric Cantona gelir elbette. Oyunculuk yaptığı için hala daha
çevremizde yüzünü gördüğümüz oyuncu, bir nevi anti kahraman da denilebilir. Ama
çoğu insan için tepkileri, rahatlatıcı, doğru ve dürüst olarak kabul edilir.
Her zaman mualif ve her zaman biraz daha isyankar olan yapısı onu hep fark edilir
yapmaya devam etti. 90’larda kırmızı şeytanların motivasyon kaynağı olarak da
kabul edilen bir ikon olmayı başarmıştı. Takımı güçlendiren, sürekli zorlayan
ve motive eden tavırları, takımını sahiplenme şekli sonrasında gelen tüm lider
futbolcular için bir nevi rehber niteliği taşır. Bu tavrı Manchester United
taraftarının, tartışmasız sahiplenişine neden olarak ona ‘Kral’ lakabını
verdirtmiştir. Oyun sitilinden çok, oyun içi karakteri ve takım bütünlüğü
yaratan düşünce tarzıyla efsaneleşmiş, idolleşmiştir. Eh, bu kadar asi olunca,
biraz disiplin sorunu da hemen ardından ister istemez gelmiş elbette.
Bu dönemin ardı bizim henüz futbolu
bıraktığına şahit olduğumuz, belki de hala oynayan, yeni gelen nesli içeriyor.
Yani Eric Cantona ile beraber, hem imaj hem de futbol dışında her alanda idol
olmuş olan David Beckham; dünyanın en iyi kalecileri arasında yerini almış olan
Buffon; yine yaşayan en iyi oyuncular arasında gösterilen, kusursuz disiplini
ve tekniğiyle Michael Ballack; ismini bizi de çok yakından tanıdığımız Nijerya’lı
cambaz Jay- Jay Okocha; tüm süreçlerini geçirmiş olan ve karmaşıklaşan futbol
sistemine, yeni falsolar dahil etmiş Brezilya’lı efsane Ronaldo; Portekiz’in
Figo’dan sonra var olan ikinci en büyük yıldızı olan Christiano Ronaldo;
Arjantin’in tanrısı futbolu, büyü olarak kullanan yeni efsanesi Messi; sakin çalımcı, usta
tekniğiyle izlemesi adeta zevk olan matador Iniesta; ukalalığı sevimli hale
getirmiş, kaplan gücündeki Ibrahimoviç ve hatta artık çok daha yeni nesli
başlatmış olan Neymar.
Bunlara eklenebilecek, geçmişe
dönük, daha genç ya da yaşlı; yaşayan ya da ölü onlarca, yüzlerce futbol
efsanesi var elbette. Ancak futbola yeni boyutlar kazandıran, ileriye götüren,
belki biraz daha karmaşıklaştıran, üstelik duymayı unuttuğumuz isimleri yazıya
konuk etmeyi tercih ettim. Yeni dönemler, yeni nesiller daha ne harika isimler
ve ayaklar getirecek bilemeyiz, ancak gencecik kadrolarıyla bu Dünya Kupası’nın
getirisini, dünyayı sallayan işleri yavaş yavaş duymaya başlayacağımza eminim.
Her zamanki gibi futbol çadırı olduğu sürece, içinde
birbirinden yetenekli ve şık cambazlar da var olmaya devam edecektir mutlaka.
Hayatı futbol gibi keyifle yaşayan
herkese selamlar.