Hürriyet

29 Mart 2013 Cuma

MİLLİLERDE ‘YÖNETEMEK’ FACİASI



Futbolda en zor şey bir takımı eğlenceli hale getirmektir. Eğlenceli ve başarılı. Bunu yapmanın belli bir kaç yolu vardır ancak en önemlisi; yöneticinin yetenekleri ve tecrübeleridir.

Öyle ki, bir yönetici, oyuncuları seçmek, sisteme dizmekten sorumlu olduğu kadar onları hazır hale getirmekten de sorumludur. Burada ‘hazır’ hale getirmek fiziksel olduğu kadar mental anlamda da gerçekleştirilmelidir. Yani işte ‘takımın ruhu yok!’ dediğimiz durum tamda bu noktada başlar.

Türkiye ligi futbol kulüplerinin genel olarak zorluk çektiği, profesyonellik kazanamadığı alan; yönetimleri. Milli takımda da ne yazık ki bu durum kendini gösteriyor. Bu başarısızlık ve tecrübesizlik aynı zamanda futbolun ‘eğlenceli’ tarafını da törpülüyor. Başarının da onsuz yol alamadığı da açık.

Abdullah Avcı milli takım yönetimine getirildiğinde çok desteği olan bir teknik adamdı. Ancak zaman içinde ‘Türkiye Milli Takımı’ nın can acıtan başarısızlıkları, bu desteklerin de geri adım atmasına neden oldu. Şimdi taşlanmaya başlayan teknik adamın en büyük eksiği de ‘tecrübe’ elbet.

Türkiye liginde sistematik bir takımı kurmak zor ancak imkansız değil. İBB teknik direktörlüğündeyken bunu başarmış olan Avcı, Milli takıma geldiğinde duvara tosladı görünen o ki. Çünkü dünya takımlarına oynamak sadece 11 tane Rooney’nizin olmasına ya da 11 adet Messi ile koşturmanıza bakmıyor. Dünya kupası ya da en geniş haliyle Milli başarılar; arzu, istek ve treddüte düşürmeyecek bir ‘ruh’ istiyor.

Milli takım yönetmek, bir teknik adam için başa gelebilecek en zor görevlerden biridir belki de. Çünkü birbirine rakip olan takımların oyuncularının bir düzen, bir inanç ve bağlılıkla oynamasını sağlamak gerekir. Bu da tecrübeyle beraber, sertliği, disiplini de beraberinde kullanmanız gerektiği anlamına gelir. Bu, güç ve liderlik yeterlilikleri ister – ki Türkiye’de ki sorunlu kısmın, bu konu olduğu da aşikardır. Mustafa Denizli, Fatih Terim gibi örnekleri kolayca içimizden çıkarabildiğimizi söylemek zor.

Bu sene Milli takımdaki başarısızlığın nedenine ‘yanlış yerleşim’, strateji hataları, futbolcuları tanımama ya da tecrübesizlik diyebiliriz. Üstelik bunların yanında bir çok sebep daha bulmak mümkün. Ancak yine de herşeyin temelinde ne yazık ki liderlik özelliklerinin eksikliği ve futbolcuları yönetememek gelmekte. Aksi halde tüm ay yıldızlı oyuncuların, takımı sahiplenmemesinin nedeni ne olabilir ki?

15 Mart 2013 Cuma

KAPANSAK MI? AÇILSAK MI?




                Futbol denildiğinde akla gelen ‘taktik’ kavramı, kendisini daim bir değişim içinde gösteriyor.  2012 Şampiyonlar liginde Chelsea’nin sıkı bir defansla, kendi ceza sahasına kapanarak, Barcelona’yı elemesi, dünya çapında taktiksel önemi bir kez daha vurgulamıştı.   

Bu sene de buna benzer bir örnek yine devler liginde kendisini gösterdi; Milan’ın  %25’lik topa sahip olma oranına rağmen, büyük bir disiplinle ‘İtalyan’ defans sistemini uygulaması, Barcelona’yı yenmesine yetti. 

Bu örneklerle bir yandan ‘takımına göre taktik’ oluşturmanın önemini kanıtlarken; diğer yandan da bir gerçeği daha görmeme sebep oluyor. Messi mi yoksa Barça forvet hattı mı? 
 Messi’nin yeteneklerine  elma, armut atan insanlar var.  Sağındaki, solundaki; Iniesta’sı, Xavi’si olmadan bir hiç diyenler bir de. Kimi zaman Barça’nın yenilgisi, karşı takımın defans gücüne bağlanıyor. Kimi zaman da Messi’nin Maradona gibi hat tanımaz hızının o maçta görülemediğiyle, Arjantinli’nin ‘gününde olmamasıyla ilişkilendiriliyor. Milan’la olan ikinci maçta yeniden yıldızlaşan Messi’nin, ‘şimdi günümdeyim’ mesajıyla, Barça’nın kazanmasını doğru orantıladım kendi adıma. Bu durum Messi’nin yeteneğini gerçek, kuşku geçirmez yapıyor elbet. 

Futbolun zevki;  hücumdan, sürekli çıkan, yetenekli ve hızlı adamlardan geçer. Bunu reddetmek, hücum yapan bir takımı izlemenin zevkinden vazgeçmek imkansız. Barcelona’nın, Manchester United’ın, Real Madrid’in, Bayern Munich’in verdiği zekin büyük bir çoğunluğu da bundan ileri gelir. 

Ancak kabul etmek gerek ki; bu gücü yüksek olan takımları yenebilmenin tek yolu da kapanmaktan geçer. Milan ve Chelsea örneği de bu tesbite cup diye oturur. Bu yeni, dahice ya da bilinmedik bir gerçek değil elbet. Ancak futbol zevkinden ödün vermemek adına bu taktiği uygulamaktan çekinen teknik adamların, takımların varlığı da görmezden gelinemez. Yani akıllı taktik, bir çok zaman bu ‘keyif’ unsuruna takılı kalır. 

Futbolseverin hıza, güce, yeteneğe ve zekaya düşkünlüğü bilinir. Hal böyleyken, defansa kapanan takımların sürekli halde hayatta kalması da mümkün olmayabiliyor. Bir benzetme vardır; ligin sıkıcılığının tek sebebinin bu taktik olduğu düşünüldüğü için; kapanan takım ardından ‘Yunan takımı gibi...’ benzetmesi yapılır. Ben de paragrafın başında saydığım dört özelliği sürekli  olarak görmeyi bekleyen bir izleyici olarak; devler ligine ‘Yunan takımı’ taktiği pek yakıştıramıyorum. 

Nitekim çok örneği kalmadı da çeyrek finallerde. 

Her alanda olduğu gibi, futbolda da savaşan, atılan olmak; kazanma yolundaki tek ‘taktik’ gibi hala. Yine de bekleyip görmeli.
Kim bilir belki birileri daha Chelsea’nin tıpkı geçen sene kazandığı gibi, kupayı kapanarak evine taşır.
  

3 Mart 2013 Pazar

BİR GALLER BÜYÜCÜSÜ DEMİŞTİM...





- Gareth Bale Üzerine –

       Bundan yaklaşık iki sene önce yazmıştım Bale yazısını. Benim için parlaması şart olan bir yıldızdı. Efsane olabilirdi, hatta Rooney göreviyle, kendinden çokça söz ettirip, en pahalı transferlerden olabilirdi. Sadece kronik bir sakatlık sorunu vardı, bunun için Alman’ya da sürekli tedavisi devam ediyordu.

      Bale için bugün yazılan yazıları okudukça, kendim için ‘ne kadar ön görüşlü bir futbol severmişim’ dedim. Bunu övünmek için değil; gözlendiğinde yeteneği kuşku götürmez bir canlılıkla parlayan Bale için söylemek zorundayım elbet. Senelerdir, gençliğinin yanı sıra kendini adadığı Tottenham’da en göz dolduran adam olmayı başarmış, Milli takımı Galler’de efsane olmaya başlamıştır.

Bale, öle kolay kolay gözden kaçan bir  yetenek olmadı hiç bir zaman. Kumaşı kaliteli derler ya; Bale’da Gallerin soğuğundan büyümüş, bu değerde bir adamdır. Onun için söylenebilecek onlarca şeyden bazıları, cesur olması, hızı, atikliğidir belki ama en önemlisi, bu hızla, aynı anda düşünmeye devam eden, gerçek bir yaratıcı olmasıdır.  Başlığın ‘büyücü’ olmasının temel nedeni de budur zaten.

Bizi kendine hayran bırakan, topu okşayan zariflikteki top sürüşüyle, Bale bu sene öyle bir çıkış yakaladı ki, sakatlığının lanetinden kurtulmasının hemen ardından ‘ben burdayım!’ diye bağırdı adeta. Yetenekleri, yavaş yavaş yıldızı sönen Premier oyuncularının üzerine geçmeye başladı artık. U17 döneminden beridir Galler Milli takımını bırakmayan, en yetenekli kanat oyuncusu özelliğini kimseye vermeyen Bale, adeta ‘yengeç’ burcu etkisini kanıtlarcasına, saygılı, sakin ve sıcak kanlı bir karakter. Tüm anlamlarıyla, kaliteli bir futbolcu olmak için sahip olması gereken tüm vasıflara sahip olan 23 yaşındaki büyücü; kuşku götürmez bir etkiyle Tottenham’ı ileriye taşıyor.  

Bu sene Bale’in başarısı, benim için bir annenin, çocuğu için sevinmesiyle aynı histi adeta. Gururlandırcı, ‘biliyorum’ dedirten o duygu yani.  Zaman neler gösterir bilinmez ama cümlesinin katiyen uyamayacağı bir özgüvenle Bale, geleceğinde neler göründüğünü hepimize kanıtlamaya devam ediyor. Akıllardaki tek soru; onu hangi devin kapacağı.

Ya da yeni devin, topa olan aşkının, daha başka kimleri derinlemesine büyüleyeceği?

Yaklaşık iki sene önce yazdığım yazı için de;