2012 Dedikse...
2012 kıyameti atlattığımız, spora
doyamadığımız, adil olmayan onca şey arasında, muhteşem insan anlarına şahit
olduğumuz bir yıl oldu. Uzaydan atladığımız, yerimizde duramadığımız nefes
kesen 12 aydı. Dünya da ‘sevgi’
çağına geçiyorken hazır, ben de dedim ki ‘neler çıkar ki koskoca bir yıldan ‘inanmak’ anlamı
dışında...
‘İnanmak’ ne
demek bana öğreten alandan başlamalı ozaman sene analizine dedim. Spora geldim
koşarak. Bir sürü güzel anın resmini çekti bütün stadyumlar, kortlar,
salonlar... 2012 Londra Olimpiyatlar’ına, Avrupa kupası Polonya ve Ukrayna’ya
götürdü bizi. Kadınlar teniste İstanbul’daydı bütün dünya. Dünyanın kalbi
sporla, aşkla attı, hikayelerle acıdı, öykülerle gururlandı, madalyalara
gülümsedi, yenilgilere hüzünlendi. Dünyanın kalbi sporla beraber yaşamayı
öğrendi yeniden 2012’de. Hani Felix’in atlayışını izlerken herkes nefeslerini
tutmuştu ya işte bunun gibi onlarca hissi bütün sene spor da tattırdı bize.
Bolt’un
kendini kanıtlamasını izledik mesela... Yüzündeki hırs ifadesi herkesi
gülümsetmişti. Hatta verdiği selamın estetik duruşu herkesin gözleri önündedir
hala. Evde ‘way!’ ifadesine neden olan o asil duruşu kast ediyorum ya da
bazıları için de ‘şımarıkça’ veya fazla ‘isyankar’dı da demek yanlış olmaz.
Manteo
Mitchell vardı mesela... bacağındaki kırıkla yarışmasını tamamlaması da bizlere
nefes kestiren anlardan biriydi. Oscar Pistorius mesela... ampute bir
yarışçının ilk kez olimpiyatlar’da diğerleriyle aynı kulvarda yarışarak
kazandıkları da insanlık için bir isyanın kanıtı oldu. Başarının ‘inanmak’
üzerine kurulu olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ya da erkeklerin bile rekorunu
kırmayı başaran Çin’li yüzücü Ye Shiwen de bu kategoriye girmelidir elbet. Belki
uzaklaşmadan yakından bir örnek de verebiliriz buna. Göksu, ailesinden ayrı
geçirdiği onca yılın ödülünü nihayet alıp ilk jimnastikçimiz olarak temsil etti
Türkiye’yi olimpiyatlarda. Bu da inanmakla ilgiliydi kuşkusuz.
2012 aynı
zamdan futbolda muhteşem anların da olduğu bir yıl oldu tabii ki. Şampiyonlar
ligin’de Barcelona ve Real Madrid’in elendiği; İtalya, İspanya finaliyle Avrupa
kupasının sonuçlandığı. Türkiye’de ezeli rakibin evinde kupayı alabilen ve
dirilişini tastikleyen Galatasaray’ın başarılarının gururlandırdığı. Herşeye
rağmen direnip ‘koşan’ bir futbolla, tüm zincirlerini kırarak ‘en iyi futbol
oynayan’ takımlardan biri olma yolunda ilerleyen Beşiktaş’ın ‘inancı
küçümsemeyin’ mesajı verdiği, tüm sallantılarına rağmen final oynayabilecek
kadar mücadeleci ruhuyla Fenerbahçe’nin ilgi uyandırdığı bir seneydi. Anadolu
takımlarının şaha kalktığı, futbol’da Türkiye ligini zirve yapmayı başaran
oyunlarıyla güçlendiren onlarca oyuncusuyla ‘güzel futbol’ da oldu zaman zaman
2012. Tabii şikenin kararttığı, adaletin çöktüğü, bunca başarı ve inanç
öyküsünün üzerine gölge getiren hadsizliklerin olduğu zamanları da görmezlikten
gelmek doğru olmaz.
Yine de
herşeye rağmen, 2012 bizlere ‘inanmak’ hissinin ne derece güçlü bir enerji
olduğunu yeniden hatırlattı. İşte inanmanın, başarmanın yarısı olduğunu
kanıtlayan onlarca öyküyü gördü gözlerimiz. İnanmayı öğrendik yeniden, yeniden
dirildik, yepyeni enerjilerle, kötü olan herşeyin iyi olacağına inandık...Unutmamak
gerekir çünkü, herşey inanmaktır... inanmaktır herşey en sonunda!